Modern flört kültürüne nüfuz etmiş bir terim olan ghosting (hayaletleşme), bir ilişkide taraflardan birinin aniden ve açıklanamayan bir şekilde iletişimi kesmesi ve diğerini şaşkın ve terk edilmiş hissettirmesi anlamına gelir. Ancak bu olgu romantik ilişkilerin ötesine geçerek arkadaşlıklara, profesyonel bağlantılara ve hatta aile bağlarına kadar uzanmaktadır. Hayaletleşmenin inceliklerini araştırmak, psikolojik dinamiklerin karmaşık bir etkileşimini ortaya çıkarır ve ilgili motivasyonlara, duygulara ve sonuçlara ışık tutar.

Gaslighting, bir kişi ya da grup tarafından başka bir kişi veya gruba, onların kendi hafızalarını, algılarını veya yargılarını sorgulamaları için gizlice şüphe tohumları ekmek suretiyle yapılan bir tür psikolojik manipülasyondur. Sıklıkla kurbanın kendi akıl sağlığını sorgulamasına yol açar. Terim, bir kocanın karısını delirmekte olduğuna inandırdığı 1938 yapımı "Gas Light" adlı oyun ve onun film uyarlamalarından gelmektedir.

Deri yolma bozukluğu (Dermatillomani), bir kişinin cildini zorlayıcı bir şekilde koparma, kaşıma, çizme eğilimidir. Önemli yara izleri ve yaralanmalara yol açtığında, bu durum kişinin ruh sağlığını, refahını ve yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir. Deride koparma bozukluğunun belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterebilir ve bazı insanlar belirtileri daha hafif bir şekilde yaşayabilirken, diğerleri daha ciddi belirtiler yaşayabilir.

Love bombing (aşk bombardımanı), bir partnerin diğerine duygusal olarak kontrol sağlamak ve manipüle etmek için aşırı sevgi, dikkat ve iltifatlarla dolu bir gösteri sunmasıdır. Bu fenomen hakkında farkındalık yaratmak, bireylerin potansiyel zararlardan korunmasına yardımcı olmak açısından hayati öneme sahiptir. İlk bakışta romantik ve hoş görünse de, uzun vadede ruh sağlığı üzerinde birçok olumsuz etkiye neden olabilir.

Trikotillomani, gözle görülür saç dökülmesine neden olan, tekrarlayan saç, kaş kirpik gibi vücut kıllarını çekme dürtüsü ile karakterize edilen kronik bir bozukluktur. Belirtiler hafif ila şiddetli arasında değişebilir ve etkilenen bölgeler farklılık gösterebilir. Yaygın belirtiler arasında kontrol edilemeyen çekme, çekmeden önce oluşan gerginlik, çektikten sonra rahatlama ve suçluluk, utanç veya sıkıntı duyguları yer alır.

Doğum sonrası birçok yeni ebeveyn duygusal bir rollercoaster yaşar. Yeni bir hayata merhaba demenin sevincine genellikle tükenmişlik hissi, bunalma ve hatta biraz hüzün eşlik eder - bunlar genelde " lohusa hüznü " olarak adlandırılır. Ancak, bazı ebeveynler için bu duygular yoğunlaşır ve devam eder, daha önemli bir şeye dönüşür: Doğum Sonrası Depresyon.

"Doomscrolling", sonu gelmez bir şekilde olumsuz haberleri ve üzücü içerikleri takip etme eğilimidir. Beynimiz, tehlike ve tehditlere karşı tetikte olacak şekilde evrimleşmiştir. Bu nedenle olumsuz bilgilere karşı daha fazla dikkat kesilir ve onları daha uzun süre hafızamızda tutarız. Doomscrolling ise bu ilkel eğilimi tetikleyerek bizi sürekli bir endişe ve kaygı döngüsüne sokar.

Depresyon, sadece üzüntüden çok daha fazlasını içeren yaygın ve ciddi bir ruh sağlığı sorunudur. Sürekli üzüntü, karamsarlık ve ilgi veya zevk kaybı ile karakterizedir. Bu durum, bir kişinin düşünme, hissetme ve davranma şeklini olumsuz etkileyerek iş, aile ve sosyal yaşamda önemli zorluklara yol açabilir. Depresyonun kesin nedeni bilinmemekle birlikte, biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Teknolojinin hayatımızın her alanına girmesiyle birlikte ilişkilerimiz de yeni kavramlarla tanışmaya başladı. Bunlardan biri de "benching" olarak bilinen, romantik bir ilişkiye başlamak için görüştüğünüz kişiyi, daha uygun bir partner bulana kadar "yedekte tutma" anlamına gelir. Bu kişiyle flört edip, zaman geçirebilirsiniz, ancak ona özel bir bağlılık göstermez veya ilişkinizin statüsünü net bir şekilde tanımlamazsınız.

Konfor alanı, aşina olduğumuz, rahat ve güvenli hissettiğimiz bir zihinsel ve duygusal alandır. Bu alan, bize bilinenin ve öngörülebilirliğin huzurunu sunar. Fakat bu büyülü mekanda ne kadar uzun kalırsak, kendimizi o kadar da sınırlamış oluruz. Gerçek değişim ve gelişim ise ancak bu sınırları aştığımızda başlar.